“HAYÂL” NEDİR

“HAYÂL” NEDİR

Evet, evren adını verdiğimiz, gerçekte Tek tümel yapı, kendi programı içinde her an yeni olmak üzere sayısız özelliklerini ortaya koymaktadır. İşte, evrenin bu ışınsal ana yapısı; bizim kendimizi madde zan edişimize ve madde dünyamıza nispetle, «HAYÂL» olarak nitelendirilmiştir…

Nitekim, madde âleminin, gerçekte, bir «sanış» olduğunu ve gerçek yapının, «ışınsal yapıdan başka bir şey olmadığını» açıklayan Hazreti Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) madde yapının ve yaşantının bir «RÜYA» hükmünde olduğunu vurgulayarak şöyle demiştir:

«İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar!..»

Bu işaretin birinci mânâsı şudur:

Madde bedenle yaşayan ve bes duyu sınırlari içinde hapis olan insan, maddeötesi ışınsal yaşam boyutuna geçince, uykudan uyanmış şekline girer ve tüm dünyada yaşadıkları «rüya» hükmünde olur… Buna karşılık içine girdiği ışınsal yaşam boyutu ise onun hakiki dünyası olur… Ki bu da kıyâmete kadar sürer. Kıyâmetten sonra üçüncü defa yeni bir bedenle bâ’s olur ki bu da mahşer yaşami boyunca kullanacağı bedenidir.

Bu işaretin ikinci anlamı da şudur:

«Ölmeden önce öl» hadîsi şerîfinde işaret üzere; fizik ölümle ölmeden yani bedeni ve beyni terketmeden evvel, kendinizi, beden kabul etmeyi terketmek ve «düşünsel bir varlık» kabul etmek suretiyle maddeötesi yaşama hazırlanınız!.. Çünkü beden, beyin elden çıktıktan sonra, «RUH»un, dünyada iken elde edebileceği şeyleri orada temin etmesi mümkün olmaz!!.

Bu işaretin bir üçüncü mânâsı dahi şudur:

«Nefsim» dediğin şeyin yani «Ben»liğinin gerçekte varolmadığını idrak suretiyle «öl» ki, varlığını teşkil eden Mutlak «ben» ile diriliğe kavuşasın!.. Zirâ, «BEN’lik ancak ALLAH’a mahsustur!..»…

«BEN» diyebilecek TEK varlık «ALLAH»tır ki; O’nun gayrı ikinci bir «benlik» de asaleten mevcut değildir!.. Şayet böyle bir şey olsa idi, o da bir TANRI olurdu!.. Oysa hemen kelime-i tevhidî hatırlayalım. «TANRI YOKTUR, SADECE ALLAH VARDIR»…

İşte «ALLAH», kendisinden başka hiç bir şey olmayan «ALLAH», «İLMİNDE», bütün varlık sûretlerini, eğer tâbiri câiz ise, düşündü. Veya anlaşılması daha kolay olsun diye şöyle söyleyelim, «hayâl etti!»..

Tekrar ediyorum; esasen, “ALLAH” için «düşündü» veya «hayâl etti» gibi tâbirler kullanmak mahzurludur; çünkü gerçeği yansıtmaz; ve «ALLAH»ın ulûhiyetine eksiklik getirir. Ancak biz burada, bir hususu anlatabilmek, okuyanları bir hedefe yaklaştırabilmek amacıyla, ifade zorluğundan dolayı bu tâbirleri kullanmak zorunda kalıyoruz.

Evren ve içinde bulunan bütün varlıklar, işin özüne ermiş en yüksek dereceli evliyâullahın, «bütün âlemlerin aslı hayâldir» diyerek ittifak ettikleri bir biçimde meydana gelmiştir!..

«ALLAH» ve yaşamın boyutları-varlıkları konularını en büyük vukuf ile «İnsanı Kâmil» isimli eserinde anlatan öze ermişlerden Abdülkerim Ceylî, «âlemlerin hepsinin aslının hayâl» olduğunu oldukça geniş bir şekilde izah eder.

Peki, bu «hayâl» nedir?.

«Hayâl» kelimesinin anlamı nedir?…

Bu «hayâl» nasıl meydana gelmiştir?..

Ve biz, nasıl oluyor da bu «hayâl»i gerçekmiş gibi algılıyoruz?..

Bu sorulardan bir kısmının cevabını az önce vermiştik.

Şimdi de cevabını vermediklerimizin izahlarını sunalım…

«HAYY» olan «CAN»ın ta kendisi, dirilik, hayatiyet gibi özellikleri olan bu varlık; «ALİM» isminin işaret ettiği «İLMİ» ile,- yani, daha iyi anlatabilmek için misâl yollu söyleyeyim- basit mânâda, «şuuruyla»; sahip olduğu sayısız özelliklerin farkında…

«ALLAH», kendisinde mevcut olan sayısız sınırsız sonsuz özellikleri biliyor…

«ALÎM», bu bildiği sayısız- sonsuz- sınırsız özellikleri; «MÜRÎD» olduğu için, yani, «irade» olduğu, dileme ve dilediğini meydana getirme gücü olduğu için; bunun sonucunda da kendisindeki bu mânâları seyretmeyi diliyor.

Ve «KADİR» isminin işaret ettiği biçimde, «kudretiyle» bu kendisindeki manâları seyretmeye başlıyor… «Kudret», «kendindeki mânâları seyretme gücüdür»!.

İlim mertebesinde, kendindeki bütün mânâlara karşı bilgi sahibi!..

«MÜRÎD» isminin işaret ettiği «iradesini» kullanarak, kendindeki sayısız mânâları «KADİR» isminin işaret ettiği bir şekilde, «kudretiyle» seyir hâline sokuyor. Ve seyir hâline girdiği anda, «KELİM» isminin mânâsı olarak, sayısız nesneleri yani kelimeleri, şeyleri, seyretmeye başlıyor!..

«ALLAH»ın kelimeleri yedi deniz mürekkep olsa, bir o kadarı daha olsa yazmakla bitmez!.. Biter mi?.. Sonsuz olan!.. Yedi deniz, yedi galaksi, yetmişyedi evren ne eder Sonsuzun yanında!?..

Rakkama vurulan her şey, ne kadar rakkamla ifade edilirse edilsin, sonsuzun yanında çok bir değer ifade etmez..

İşte bu seyrettiği «kelimelerin» yani manâların her birinin durumuna, bizâtihi kendisi olarak «VÂKIF» yani «SEM’λdir. Zaten, kendisi, kendindeki manâları seyrediyor; onlara vâkıf olmaması mümkün mü?..

Ve «BASÎR». İdrak edici,, değerlendirici!.. Nasıl olmasın ki!.. Gene kendisi yapıyor!..

Peki, bütün bunlar nerede olup bitiyor?..

Bütün bunlar, “ALLAH”ın «ilminde» olup bitiyor!..

Eğer tâbiri câiz ise, çok yetersiz, noksan bir ifade ama, başka türlü de izah imkânı yok olduğu için, söylüyoruz:

“ALLAH”adıyla işaret edilenin hayâlinde yani ilminde olup bitiyor tüm sonsuz olup bitenler!..

Şayet buraya kadar anlattıklarımız anlaşıldı ise, şimdi de ikinci bir önemli hususa gelelim

İş yukarıda anlattığımız gibi olduğuna göre, «BEN» neyim?.. «Dünya» ne?.. «Âhiret» ne?..

«Cennet ve Cehennem» ne?..

Hesap ne, kitap ne, kâbir azabı ne?..

Teklif eden kim, mükellef ne, teklif ne?..

Evet biraz da bu soruların cevaplarını araştıralım…

Ama konuya girmeden önce de, çok değerli hakikat ehli zâtlardan olan Muhyiddin A’rabî’nin, şu meşhur mısralarına bir göz atalım:.

Hazret, varlığın “TEK”liğini müşahede coşkusu içinde şöyle diyor:

«Kul Hak’tır!.. Rab Hak’tır!..

Ah, bileydim kimdir mükellef…?

Kuldur dersen, o ölüdür!..

Rab’dır dersen, Rab nasıl olur mükellef!?»

Gene aynı konuda, Muhyiddîn A’râbî’den çok daha önce yaşamış olan çok değerli İslâm âlimi ve ârifi ünlü mutasavvıf İMAM GAZALİ dahi bakın neler söylüyor varlığın “TEK”liği hakkında “Mişkâtül Envâr” adlı eserinde:

“- … İşte ârifler buradan mecâz çukurundan hakikatın zirvesine yükselir, mî’râclarını tamamlar, açık bir müşahede ile görürler ki, varlıkta ALLAH’tan BAŞKA BİR ŞEY YOK!………

İşte bu kaynak AHAD olan ALLAH’tır, O’nun ortağı yoktur!.. Bütün diğer nurlar O’ndan istiâre’dir!.. Hakikî olan yalnız O’nun nurudur… Hepsi O’nun nurundandır. Belki HEPSİ O’DUR!..

Doğrusu, var olan O’dur… Gayrın varlığı, ancak mecâz yoluyladır…..

O’ndan başka O yok, sözü seçkinlerin tevhididir… ve sahibini TEK birliğe götürür, sırf BİR’liğe götürür!..

Mahlûkatın mi’râcının son noktası FERDANİYET memleketidir. Çünkü, bunun ötesinde daha bir merdiven yoktur. Zirâ, yüksek, ancak çoklukta düşünülebilir….

Kesret kalkınca BİR’lik gerçekleşir; izâfet(görelik) bâtıl olur; işaret kalkar… Artık, yüksek, alçak, inen- çıkan kalmaz; terakkî muhâl olur, urûc muhâl olur. A’lânın ötesinde ulüvv (yükseklik) yoktur.

Vahdet ile beraber kesret yoktur!..

Kesretin kalkmasıyla urûc da kalkar!.

Bunu bilen bilir, bilmeyen inkâr eder…

Bu ilim, ancak ALLAH’I BİLENLERE verilmiş olan hususî mahiyetteki gizli bir ilimdir…

Onlar, bunu açıkladıkları zaman,

ALLAH’a karşı mağrur olanlardan başkası inkâra kalkmaz. ” (1)

**(1) “MİŞKATÜ’L ENVAR” isimli eser İMAM GAZÂLI’nin yazmış olduğu hakikatı anlatan çok kıymetli bir eserdir… Bu eseri avama değil derin tefekkür sahibi seçkinlere yazdığını ve bu hakikatları ancak ender kişilerin idrâk edebileceğini belirten İMAMI GAZÂLI’nin “MİŞKATÜ’L ENVAR”ı dilimize Sayın Süleyman ATEŞ tarafından kazandırılmış olup, BEDİR Yayınları arasında Mehmed Şevket Eygi tarafından basılmıştır.

Şu ana kadar anlattığımız gerçek istikâmetinde düşünürsek, var olan sadece «ALLAH»tır!..

Öyle ise, O’nun dışında ikinci bir varlık da yoktur…

Peki bu durumda, teklif nedir, mükellef kimdir?…

Bu anlatılan öyle bir hakikat ki; bu hakikat güneşinin ısısı, buzdan meydana gelmiş varlıklar âleminde tek bir su damlası dahi bırakmıyor!..

Bu TEK’lik gerçeğine karşılık, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın, insanın geleceğine dönük olarak bildirdiği tüm hususları da asla gözardı edemeyiz… Zira, TEK’lik ne kadar kesin bir gerçek ise; insanın gelecekte karşılaşacağı sonuçlar da o kadar kesin olarak, kendinden çıkan davranışların getirdiği sonuçlar olacaktır.

Evet, ALLAH’ ismiyle işaret edilen indinde biz, «İLMİNDE» varolmuş, «ilmî sûretleriz»!..

Bize GÖRE biz, kesin, açık, sade, basit bir evrenin içinde yaşayan varlıklarız…

Ama gene de gerçekte biz, O’nun ilminde, bir «İlim» den ibaretiz!..

Ancak içinde yaşadığımız âlem, bize göre kesin, mutlak, açık, çok yönlü bir yaşantıdır.

İşte bu yüzden şu çok hassas değerleri gözden kaçırmayalım.